İslam'ın Kanıtları
İSLAM'IN KANITLARI
Ulaşabildiğim en temel ve en ikna edici kanıtları derlemeye ve yorumlamaya çalıştım.
KURAN'DAN KANITLAR
1) Zariyat 51/47: "Göğü kendi kudretimizle biz bina ettik ve biz elbette genişleticiyiz" Evrenin genişlediği fikri, ilk olarak Albert Einstein’ın 1915 yılında geliştirdiği Genel Görelilik Teorisi’nin denklemlerinde görülmüştür. Günümüzde evrenin genişlediği kanıtlarla sabittir. Ayrıca aynı ayette geçen 'bina etmek' ifadesi evrenin aşama aşama zamanla yaratıldığının bir göstergesidir, günümüzde bildiğimiz gibi.
2) Neml Suresi 27/88: "Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Oysaki onlar bulutlar gibi hareket ederler. Her şeyi mükemmel yapan Allah'ın işidir bu. Kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır." Dağlar her yıl 1 ila 5 cm arasında hareket eder. Zaman ilerledikçe dağların konumu değişir. Bu kıtasal sürüklenme olarak adlandırılan bir süreçtir. Kıtasal sürüklenme, yeryüzünü oluşturan tektonik plakaların yeryüzü mantosunun üzerinde yavaşça kaymasıdır. Bu kayma dağların ve diğer yeryüzü şekillerinin zamanla yer değiştirmesine neden olur.
3) Kuran'da 365 kez gün (yevm) kelimesi (tekil halde) geçer. (çoğul halde ise 30 kez geçer) Aynı durum ay kelimesi için de geçerli. Hangi ayetlerde geçiyor diye merak ediyorsanız size linkini verdiğim videoyu izleyin lütfen. Ayrıca videoda bu konu hakkında çok daha fazla delil var, mutlaka izleyiniz: https://youtu.be/YSwyUkJW9Ck?si=chRH8-iArPyOvPHg (Video başlığı: Kuran'da gün kelimesi 365 defa mı geçiyor?, 12 dkk 25 saniyelik video)
4) Rum 30/2-5: "Rumlar en yakın yerde yenildi. Onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir. Önce de sonra da emir yalnızca Allah'a aittir. O gün, müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. (Allah) dilediğine yardım eder. O güçlüdür, çok merhametlidir." Bu ayette geçen 'birkaç' kelimesi 3 ila 9 yıl arasını belirtmek için kullanılır. 603 yılında başlayıp 16 yıl süren Bizans-Sasani savaşında Rumlar çok ağır mağlubiyetler almışlardı ve Persler Anadolunun çok ciddi bir kısmına sahip olmuşlardı, en sonunda başkent olan Konstantinopolis'in yakınlarına kadar gelmişlerdi. Rumların elinde savaşacak doğru düzgün bir ordu bulunmuyordu. Böyle ağır yenilgilerin ardından kimse Roma İmparatorluğundan toparlanmasını beklemiyordu zira imparatorluk ümit vadetmiyordu. Kendileri gibi putperest olan Sasanilerin bu ezici üstünlüğüne sevinen Mekkeli Müşrikler, Müslümanların da aynı Hıristiyanlar gibi yenileceklerini söylüyorlardı. Ayetin inmesinden yaklaşık 7 yıl sonra ise dönemin Roma İmparatoru Herakleios ciddi bir karakter değişimi yaşayarak cesur bir kahraman haline geldi ve Rumlar onun etkisiyle galibiyetler almaya başladı ve kaybedilen tüm toprakları geri aldılar. Kuran insan eliyle yazılmış olsaydı eğer hiçbir yazar kendini riske atacak böyle net bir ifadeyi Kuran'a eklemezdi. Bu zafer Müslümanlara fayda sağlamıştır. Yani Rumların zaferi, Müslümanlar için de, ayette geçtiği üzere, bir müjde olmuştur.
5) Nahl 16/68-69: "Rabbin, bal arısına; dağlarda, ağaçlarda ve hazırladıkları şeylerde yuva edinmesini vahyetti. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir! Karınlarından renkleri çeşitli bir içecek (bal) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir toplum için bir delil vardır." Burada Arapça bal arısı anlamına gelen kelimenin kipi dişi'dir. Yani dişi bal arılarından bahsediyor. Günümüzde biliniyor ki erkek bal arıları bal yapamaz, çiftleşmekten sorumludurlar.
6) Duhan 44/29: "Onlara ne gök ağladı ne de yer. Ve onlara fırsat da verilmedi." Firavunun helakından bahsedilen bu ayette bu ifadenin Kuran'da başka hiçbir yerde kullanılmadığını, sadece buraya özgü olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni şudur: Biz Mısır hiyerogliflerini 19. yüzyılda Rosetta taşı bulunana kadar resim zannediyorduk, onun bir yazı olduğunu bilmiyorduk. Hiyerogliflerde bulunan Firavun'un ağıt metninde şöyle bir ifade mevcuttur: "Diyarlar senin için yas tutar. Sen sıhhatle uyanan olduğun için, tanrılardan daha büyük olduğun için gökler ve yer senin için ağlar." (The regions mourn for you, inasmuch as you are He-who-awakes-in-health; Heaven and earth weep for you, inasmuch as you are greater than the gods) Allah bu ifadeye direkt atıfla bu ayeti bize gönderiyor. Arapçada böyle bir kalıp kesinlikle yok iken, Kuran'da niçin böyle bir ifade kullanılmış olabilir? Bu da mı tesadüf?
Kaynak: http://attalus.org/egypt/isis_nephthys.html (6. Isis sings parçasının ortalarına doğru metni görebilirsiniz.)
7) Kasas 28/38: Firavun: "Ey halkımın ileri gelenleri! Ben, sizin için benden başka ilah bilmiyorum. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen bir ateş yak; bana yüksek bir kule yap. Belki Musa'nın ilahı ile karşılaşırım. Onun yalancılardan olduğunu sanıyorum." dedi.
Kuran’da haman kelimesi, Firavun’un en yakın adamlarından biri olan bir kişiyi ifade eder. Haman, Kuran’da 6 defa geçer ve Musa (a.s.)'ın davetini reddeden ve onu sihirbazlıkla ve yalancılıkla suçlayan Firavun’un emriyle bir kule yapmaya çalışan biri olarak anlatılır. İlginç kısım ise Mısır hiyerogliflerinde de tıpkı Kuran'da geçtiği gibi Haman kelimesi geçmektedir ve 'Taş ocağı işçilerinin başı' (Chief of the stone quarry workers) olarak geçmektedir. (Kaynak: The Haman Hoax - Jochez Katz) peygamberimizin döneminde Antik Mısır dili binlerce yıllık bir değişim geçirmiş olmasına rağmen ve kimsenin o eski dili artık bilmemesine rağmen Kuran'da aynı kişi için birebir aynı kelime kullanılması, Kuran'ın yaratıcının bir sözü olduğu anlamına gelmektedir. İncilde Haman sözcüğünün 1 kez geçtiğini ama sadece Pers Veziri'nin adı olduğunu ve peygamberimizin döneminde Haman kelimesinin kullanılmadığını da belirtelim.
8) Yusuf ve Musa (a.s.) Mısır'da yaşamışlardı. Yusuf (a.s.) dönemindeki Mısır yöneticisi Kuran'da çok sayıda yerde Melik (kral) olarak geçmektedir, Firavun olarak ise asla geçmemektedir. Aynı şekilde Musa (a.s.) dönemindeki Mısır yöneticisi Kuran'da çok sayıda yerde Firavun olarak geçmektedir, Melik olarak geçmemektedir. Bu durum kafa karışıklıklarına sebep olmuştu ta ki 1799'da Rosetta taşı keşfedilip hiyerogliflerin okunabilmesine kadar. Günümüzde biliyoruz ki Antik Mısır, Eski Krallık ve Yeni Krallık olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yusuf peygamberin yaşadığı dönem olan Eski Krallık, Melikler tarafından yönetilmiştir. Aynı şekilde Musa peygamberin yaşadığı dönem olan Yeni Krallık ise Firavunlar tarafından yönetilmiştir. Antik Mısır'ın bu durumu, Kuran dışında hiçbir kaynak, kişi tarafından Rosetta Taşı keşfedilene kadar bilinmiyordu. Antik Mısır ile Peygamberimizin yaşadığı dönem arasında en erken 1648 sene olduğunu belirtelim.
9) Rad 13/3: "...Orada meyvelerin hepsinden ikili eşler yaptı..." 'iki eş' anlamına gelen zevceyni kelimesi Arapça kelime anlamı düşünüldüğünde bitkilerin de bir cinsiyete sahip olduğunu gösterir.
Taha 20/53: "...ve gökten su indiren O'dur. Onunla her türlü bitkiden çiftler yetiştirdik." 'eşler' anlamına gelen ezvacen kelimesi de (ki zevceyni kelimesiyle aynı köke sahiptir.) Arapça anlamı düşünüldüğünde bitkilerin cinsiyete sahip olduğunu gösterir.
Bu 2 ayetin tefsiri çok eskiden beri bitkilerin de bir cinsiyeti olduğu yönünde oluyor. Bu konuda ilk tefsir yazanlardan biri olan Taberi (839-923) şöyle demiştir: “Bitkilerin çift yaratılması, Allah’ın onları erkek ve dişi olarak yarattığı anlamına gelir." Bitkilerin cinsiyetinin varlığı, ilk olarak 17. yüzyılda Alman botanikçi Rudolf Jakob Camerarius tarafından keşfedilmiştir. Camerarius, bitkilerin erkek ve dişi organları olduğunu ve tozlaşma yoluyla ürediklerini gösteren bir deney yapmıştır. Bu deneyi 1694 yılında yayımladığı bir mektupta anlatmıştır. Kuran (haşa) bir insan yazısı olsaydı niçin böyle bir iddiada bulunsunlar?
10) Hadid 57/25: "Andolsun ki, Biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik; beraberlerinde kitap ve mizan (terazi, ölçü) indirdik ki, insanlar adaletle tutunsunlar. Bir de demiri indirdik ki, onda hem çetin bir sertlik, hem de insanlar için birçok faydalar vardır. Çünkü Allah kendisine ve peygamberlerine gıyabında yardım edenleri belli edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, üstündür." Demirin dünyada oluşmadığı ve uzaydan dünyaya indirildiği biliniyor. Bu da Kuran'ın çok net delillerinden biridir. Zira ayette geçen ve enzelna (indirdik) kelimesi, kelime anlamı olarak demirin uzaydan indirildiğini ifade eder. Kuran'da normalde 'yarattık' ifadesi kullanılırken sadece yağmur ve demir için bu ifade kullanılmıştır. Bu, demirin yeryüzünde oluşmadığı, ancak uzaydan gelen meteorlarla yeryüzüne ulaştığı gerçeğiyle uyumludur. Demirin oluşumu yıldızların merkezindeki sıcaklığın 3 milyar dereceye ulaşmasıyla başlar.
11) Enbiya 21/30: "İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir hâldeyken, onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görmediler mi? (Hâlâ) inanmayacaklar mı?" Bitişik anlamındaki 'ratgan' kelimesi 'birbiriyle iç içe, kaynaşmış' anlamlarına gelmektedir. Bu ayet net bir şekilde Big Bang modeline bir göndermedir. Bu modele göre, bildiğimiz anlamdaki evren aşırı derecede yoğun tek bir noktada toplanmış vaziyette idi.
12) Ayetin devamında geçen her canlının sudan yaratılması ise aynı şekilde bir kanıt niteliğindedir. Çünkü bütün canlılar (virüsler dahil) çoğalma esnasında, yeni yavrunun oluşumu esnasında su kullanır. Hücreli canlıların bütün hepsi bu şekildedir zira hücrenin ciddi bir kısmı sudan oluşmaktadır. Eğer aksi canlılar var olsaydı, bu ayet yalanlanabilirdi.
13) Maide 5/67: "Ey Resul! Rabb'inden sana her indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, O'nun mesajını tebliğ etmemiş sayılırsın. Allah, seni insanlardan koruyor. Kuşkusuz, Allah, Kafirler topluluğunu doğru yola iletmez." Ayette açık şekilde peygamberimizin (sav) korunuyor olduğu yazılı. Bu ayet üzerine peygamberimiz (sav) kendini koruyan kişilere çekilmelerini söylemiştir. 20'den fazla savaşa katılmış ve bu savaşların genelinde Müslüman sayısı düşmana kıyasla daha az iken peygamberimiz (sav) eğer öldürülmüş olsa idi bu ayet yalan olacaktı. Üstelik ölümle burun buruna da gelmiştir. Örneğin Uhud savaşında düşmanın saldırısı sonucu yüzü yaralandı ve dişi kırıldı. Buna tesadüf derseniz eğer hayatı savaşlarla geçeceği belli olmuş birisi niçin (haşa) kendi yazdığı kitabına böyle bir ifade ekler, niçin böyle bir risk alır?
14) Hicr 15/9: "Zikri (Kuran'ı) Biz indirdik ve kesinlikle onun koruyucusu da Biziz." Kuran'ın nasıl korunduğu bir yana, Kuran'ın korunarak geldiği ilk Kuranlar ile kıyaslandığında açıkça görülmektedir. 1400 yıl öncesinden günümüze korunmadan gelebilmek bile ayrı bir kanıttır.
15) Müminun 23/14: "Sonra nutfeyi bir alaka olarak yarattık. Alakayı da mudğa olarak yarattık. Mudğadan da kemikleri yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla şekillendirdik. Yaratıcıların en iyisi olan Allah ne yücedir." embriyonun gelişim evrelerinin anlatıldığı bu ayette Alaka kelimesi, kelime anlamı olarak asılı kalmak, yapışmak anlamlarına gelir. Bu evre, döllenmeden yaklaşık 15-21 gün sonra başlar ve 24-28 gün sürer. (detaylar araştırılabilir) Aynı şekilde ayette geçen mudğa kelimesi, kelime anlamı olarak çiğnemek, çiğnenmiş bir şey anlamına gelir ve bu evrede embriyonun üzerinde sanki dişlenmiş gibi bir görüntü vardır. (Biyolojiye ilgili olanlar o görüntüyü hemen hatırlayacaktır.) Bu evre döllenmeden yaklaşık 24-28 gün sonra başlar ve 40-42 gün sürer. Döllenmeden yaklaşık 40 gün sonra ise kemik oluşumu başlar. Kuran'ın bunları bilmesinin yanı sıra, kronolojik sıraya koyması onun Allah'ın sözü olduğunun bir göstergesidir.
Nuh 71/14: "Oysa O, sizi çeşitli aşamalardan geçirerek yarattı."
16) Fussilet 41/11: "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: 'İsteyerek veya istemeyerek gelin!' dedi. İkisi de: 'İsteyerek geldik.' dediler." Bu ayet evrenin yaratılışından bilgi vermektedir. Günümüzde bildiğimiz üzere uzayda gerçekleşen oluşumlarda en temel kaynaklardan biridir devasa gaz yığınları. Yıldızların oluşumunda olduğu gibi dünyanın oluşumu esnasında da devasa gaz yığınları etkili olmuştur. Gezegenler, genç yıldızların etrafında dönen gaz ve toz bulutlarının içinde doğar. Bu bulutlar, kütleçekimi etkisiyle çöker ve sıkışır.
17) Furkan 25/53: "Biri tatlı ve susuzluk giderici, diğeri tuzlu ve acı olan iki denizi salan da aralarına bir engel, yani karışmalarını engelleyen bir perde koyan da O'dur."
Rahman 55/19-20: "İki denizi birbirine kavuşmak üzere saldı. Aralarında bir engel var, birbirlerinin sınırını geçip karışmıyorlar."
Kuranda bahsedilen bu iki deniz, Kuzey Atlantik Okyanusu ile Akdeniz’dir. Bu denizler, Cebelitarık Boğazı’nda birleşirler, ancak aralarında yoğunluk ve tuzluluk farkından dolayı bir perde vardır. Bu perde, suların tamamen karışmasını engeller, ancak bazı maddelerin geçişine izin verir. Sonuç olarak biz baktığımız zaman arada bir ayırıcı varmış gibi gözükür.
18) Hicr 15/22: "Biz, rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik. Gökten su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Siz onu depolayamazdınız." Dağdaki bitki polenlerinin çok büyük bir kısmı rüzgarlar tarafından taşınır. Konu temel biyoloji derslerinde bile anlatılmaktadır.
19) Enbiya 21/31: "Ve biz, onları sarsmasın diye yeryüzüne ağır baskılar (dağlar) yerleştirdik. Orada yol bulmaları için geçitler yaptık." Bazı bilim adamları, dağların yerkabuğunu sabitleyerek depremleri önlediği veya hafiflettiği görüşünü savunmaktadır. Bu görüşe göre, dağlar yerkabuğunun altındaki astenosfer tabakasına batan ağırlıklar gibidir ve bu sayede yerkabuğunun hareketini kısıtlar veya dengeleyici bir kuvvet oluşturur. Ayrıca depremlerde görülmüştür ki dağlar toprağın altında sert bir tabaka oluşumuna sahip olduğu için depremlerde daha az şiddet ile hissedilir. Bunun en yakın örneği Kahramanmaraş depremleridir. Dağ olmayan yerlerde yumuşak zemin daha çok bulunduğu için depremler daha şiddetli geçmektedir. Dağlarda bu bahsedilen durumun oranı dağ olmayan yerlere göre çok daha fazladır. Bu da Kuran'ın bir kanıtıdır.
20) Enbiya 21/32: "Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar hala ayetlerimden yüz çeviriyorlar." Atmosfer bizi birçok şeyden koruyor. Örneğin Güneş’ten gelen zararlı ultraviyole ışınlarını ozon tabakası sayesinde süzerek bizi cilt kanseri ve göz hastalıklarından korur, Dünya’ya çarpmaya çalışan meteorları sürtünme ve ısı nedeniyle yanarak bizi büyük yıkımlardan korur, sera etkisi ile Dünya’nın ısısını dengede tutarak bizi dondurucu soğuklardan veya aşırı sıcaklıklardan korur, hücresel solunum ve fotosentez için gerekli olan oksijen, karbondioksit ve azot gibi gazları sağlayarak bizi yaşatır. Atmosfer olmasaydı, bugün bildiğimiz şekliyle yaşam olmazdı.
21) Maide 5/54: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah, Kendisinin onları sevdiği ve onların da O'nu sevdiği; Müminlere karşı alçak gönüllü, Kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden, kınayıcının kınamasından korkmayan bir halk getirir. İşte bu Allah'ın fazlıdır ki o fazlı dilediğine verir. Ve Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan'dır, Her Şeyi Bilen'dir." Arap toplumunda bozulmalar olacağının ve bunun sonucunda İslam üzere büyük işler yapacak başka bir halkın geleceği söylenmiş. Günümüzde bu ayetin Türklere işaret ettiği düşünülmektedir. Gerçektende İslamiyetin Türklere geçtiği dönemlerde Arap toplumlarında ciddi sıkıntılar olduğu ve İslam'dan şaştıkları görülmektedir. Ayrıca Müslüman sayısı henüz çok az iken böyle büyük bir iddiada bulunulması ve iddianın gerçekleşmesi Kuran'ın bir insan eseri olamayacağının göstergesidir.
22) Naziat 79/30-32: "Ardından yerküreyi döşedi. Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için yerden suyunu ve bitkilerini çıkardı. Dağları yerleştirdi." Bahsedilen "dağları yerleştirdi" kısmı da kronolojik sıraya uymaktadır. Zira en erken kara bitkileri 450 milyon yıl öncesi ile tarihlenmekle birlikte bulgular, su yosunlarından oluşan köpüksü formların karalarda bundan daha önce, yaklaşık 1,2 milyar yıl önce, oluşmaya başladığını göstermektedir. (https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam%C4%B1n_evrimsel_tarihi)
450 milyonu baz alırsak: Bazı tahminlere göre, dünyadaki dağların yaklaşık yüzde 10’u Paleozoik Zaman’da, yani 540 milyon yıl önce başlayıp 250 milyon yıl önce sona eren bir dönemde oluşmuştur. Bu bilgilerden yola çıkarak, en az 450 milyon yıl öncesinden kalma dağların dünyadaki dağların yaklaşık yüzde 10’undan azını oluşturduğunu varsayabiliriz. 1,2 milyarı baz alırsak ise bu sayı çok daha düşecektir.
23) Nahl 16/66: “Şüphesiz sağmal hayvanlarda da sizin için ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı (besin artığı) ile kan arasından içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.”
Günümüzde biliyoruz ki yenilen gıda sindirildikten sonra ince ve kalın bağırsakta besin artığı durumundayken bir kısmı emilir ve kana karışır. Bunun ardından, süt bezlerine gelen kanın bir kısmı bu bezlerdeki hücrelere besin olurken bir kısmı da süt haline gelir. Kan dolaşımı 13. Yüzyılda İbni Nefs tarafından keşfedilmiş, besinlerin sindirimi ve emilimi hakkında ilk bilimsel çalışmalar 17. yüzyılda Marcello Malpighi tarafından yapılmışken 1400 sene öncesinde Kuran'da direkt atıfla bu ifadelere yer verilmesi, Kuran'ın normal bir kitap olmadığını bizlere gösteriyor.
24) Alak 96/15-16: “Hayır! Bundan vazgeçmezse (onu) perçeminden yakalayacağız! O yalancı, günahkâr perçeminden!” ayetinde geçen “perçem” kelimesi, Arapça’da “نصي” olarak yazılır. Bu kelime, “alın, saçın alına yakın kısmı, başın ön tarafı” gibi anlamlara gelir. İlginç kısım ise Ayette açıkça görülmektedir ki Allah, perçem kelimesini yalancılık ve günahkarlık ile ilişkilendirmiştir. Bugün bildiğimiz üzere perçemimizin hemen altında yer alan beynimizin ön lobu, bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgesidir. Kişilik, karar verme, planlama, motor beceriler, dil, organizasyon, duygusal durum, dikkat gibi bizi cennete veya cehenneme götürecek olan karakteristik özelliklerimizin ana sorumlusudur. Kuran'ın bir bilim kitabı değil de insanların bazılarının Allah'a yaklaşması için bir uyarı ve öğüt olduğu düşünülünce burada neden perçem kelimesi kullanılmış da beynin ön lobu gibi bir ifade kullanılmamış daha iyi anlaşılacaktır.
25) Kehf 18/54: "Ant olsun ki Biz, bu Kur'an'da her türlü örneği farklı farklı açıklamalarla verdik. Ne var ki insan bilir bilmez her şeye karşı çıkmayı çok sevmektedir." Kuran'da biyolojiden, jeolojiden, tarihten, dil biliminden, fizikten ve dahi gelecekten bilgiler veriliyor. O dönemde hele ki öyle bir Arap toplumunda bu kadar renkli bir kişilik/kişilikler çıkamazdı, bu çeşitlilik de anlatılanların Allah'ın sözü olduğunu doğrular niteliktedir.
26) Ala 87/4-5: "O ki yerden bitkiler, yeşillikler çıkardı. Derken onları kupkuru, siyah bitki kalıntısı (gusaen) haline getirdi." Bu ayet kömürün oluşumuna bir işarettir. Kömür bitkisel kökenli organik maddeler ve inorganik bileşenlerden oluşan tortul bir kayaçtır. Bataklılklarda bitki ve ağaç kalıntılarının üst üste yığılarak çökelmesi ve milyonlarca yıllık süreç içinde değişime uğraması sonucu oluşur. Gusaen (ayette geçen bitki kalıntısı) kelimesi Arapçada çöp, bitki kalıntısı, sel artığı gibi anlamlara gelir. Elbette buraya uyan anlam bitki kalıntısıdır.
27) Nasr 110/2: "İnsanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğün zaman" Müslümanların sayısı öylece kalsaydı bu ayet yalan olurdu fakat o dönemki Arap toplumundan asla beklenmeyecek derecede İslam Emevi ve Abbasiler döneminde hızlıca yayıldı ve ardından yayılmaya devam etti ve şu anda 1,8 milyardan fazla inanana sahip. Bu da bir kaderi ve Allah'ın gerçekliğini doğruluyor. Ayrıca Müslüman sayısı henüz çok az iken böyle büyük bir iddiada bulunulması ve iddianın gerçekleşmesi, Kuran'ın bir insan eseri olamayacağının göstergesidir.
28) Saff 61/13: "Ayrıca seveceğiniz bir şey daha: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele."
Fetih 48/1: "Andolsun ki biz sana apaçık bir fetih verdik."
Hudeybiye Barış Antlaşması gibi çok ağır bir antlaşmadan kısa süre sonra inen ve Mekke’nin fethini müjdeleyen bu ayetler eğer yanlış çıksaydı biz bu ayetleri yalanlayabilirdik. Ayette verilen 'apaçık' detayı da Müslümanların Mekke'yi rahatlıkla fethine bir işarettir, gerçekte yaşandığı gibi.
29) Abese 80/1-10: "Kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı? Yahut, öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı. Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, saygı duyarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun." Burada bahsedilen olay peygamberimiz (sav) Müşriklerin büyüklerine İslam'ı anlatırken âmâ sahabe Abdullah bin Mektum gelmesi ve nispeten daha önemsiz bir şey istemesi üzerine peygamberimizin (sav) onu görmezden gelip Müşrik büyükleri ile İslam'ı anlatmak üzere iletişimini sürdürmesidir. Bunun üzerine inen Abese suresinde peygamberimizin (sav) sertçe eleştirildiğini görüyoruz. Madem ki peygamberimiz (sav) bir sahtekar, kendini çok büyük bir pozisyona koymak istiyorsa ve çevresine insan toplamak istiyorsa niçin (haşa) kendi yazdığı kitabında kendini aşağılasın?
30) Yunus 10/5: "O, güneşi bir ışık kaynağı, ayı da bir aydınlık, ışıklı yaptı. Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona evreler düzenleyip belirledi. Allah bunları ancak bir gerçek için yaratmıştır. Bilen bir topluma ayetleri böyle açıklar." Bu ayette ayı betimlemek için kullanılan 'nuran' kelimesi 'nurlu, aydınlık, ışıklı' anlamlarına gelir. 'nuran' kelimesi burada 'ışık kaynağı' anlamında kullanılmamıştır, zira bu durumda güneş için kullanılan ışık kaynağı (Arapça “diya”) veya kandil (Arapça “sirac”) kelimelerinin kullanılması dil olarak daha uygun olurdu. Çünkü bu kelimeler, güneşin kendi ışığını ürettiği ve yaydığı anlamına gelir. Günümüzde biliyoruz ki ayın kendisi bir ışık kaynağı değildir, güneşten aldığı ışığı yansıttığı için aydınlık gözükür. Ayette de bu duruma işaret edilmiş. Madem peygamberimiz (sav) (haşa) Kuran'ı kendisi yazdı, geçmişte bu bilgiyi nereden biliyordu ki sadece ay için nuran kelimesini kullandı ve diğer bahsettiğim kelimeleri ay için kullanmadı?
HADİSLERDEN KANITLAR
Bu bölümde her bir hadis için tek bir kaynak versem de araştırmalarla daha fazla kaynağa sahip oldukları bulunabilir. Hadis kitaplarının zaman içinde farklı numaralandırma ve kitaplanma sistemlerinden dolayı yazdığım hadis kaynaklarını arattığınız zaman bulamayabilirsiniz, hadisi kopyalayıp yapıştırmanız ve yapay zekaya sormanız takdirde hadisi göreceksiniz.
31) Müslim 1007: “Her biri Âdem oğullarından olan insanlar, üç yüz altmış eklem üzerine yaratılmışlardır. Kim Allah’ı tekbir ederse (Allahü ekber derse), hamdederse (Elhamdülillah derse), tehlil ederse (Lâ ilâhe illallah derse), tesbih ederse (Sübhanallah derse), istiğfar ederse (Estağfirullah derse), insanların yolundan taş kaldırır veya diken kaldırır veya kemik kaldırır veya marufu emreder veya münkerden nehyederse o gün akşama kadar kendini ateşten kurtarmış olur.” Eklem sayısı yaşa ve birtakım faktörlere bağlı olarak değişse de sağlıklı bir insan için baktığımızda bu sayı tıp kitaplarında bile 360 olarak geçer. O dönemde bu bilgi kesinlikle bilinmiyordu ve insanların bu kadar fazla ekleme sahip oldukları zannedilmiyordu. Zira çok küçük eklemlerimizin de var olduğu unutulmamalıdır.
32) Buhari, Tıbb 58: "Sizden birinizin
(yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur." Bu hadiste anlatılan sinek kanatlarındaki hastalık ve şifa bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Yapılan deneylerin sonucunda sol kanatta bakteri, toksin ve mantar büyümesi görülmüşken; sağ kanatta panzehir ve antibiyotik görülmüştür. Ayrıca sol kanatta panzehir ve antibiyotik yok iken sağ kanatta da bakteri, toksin ve mantar büyümesi yoktur. O dönemki toplumun refah seviyesi düşünüldüğünde 'çorbaya sineği batırmak' daha iyi anlaşılacaktır. Bu konudaki tek araştırma bu değildir.
Kaynak: Microbiological Studies on Fly Wings(Musca domestica) Where Disease and Treat
Gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi yakın Allah'ın varlığına dair en büyük delilleri içeren kıyamet alametlerinden bazıları şu şekildedir:
33) Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, II, 81/1760: "Kostantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir." ayrıca Şam, İran, Yemen, Mısır, Hindistan ve Roma'nın fethi de farklı hadislerde müjdelenir. Daha İslam çok küçük bir beldedeyken böyle bir iddiada bulunulması ve gerçekleşmesi de bir kanıt niteliği taşır.
34) Tirmizi, Fiten 30, 2215: "Kıyamet, ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça kopmaz. Kıyamet, yüzleri kalkan gibi dövülmüş madenlere benzeyen bir kavimle savaşmadıkça kopmaz." Bu bahsedilen kavim yüksek ihtimalle Moğollardır. Zira Moğollar soğuk iklimde yaşıyorlardı ve hayvan kılından yapılmış kalın ayakkabılar giyiyorlardı. Türkler ise daha ılıman iklimde yaşıyorlardı ve deri veya kumaştan yapılmış ince ayakkabılar giyiyorlardı. Daha İslam neredeyse hiç yayılmamışken peygamberimizin böylesine büyük konuşması ve hatta Arabistan gibi bir coğrafyada o sıcağın içinde 'kıldan ayakkabılar' gibi bir ifade kullanarak soğuk bir kavime işaret etmesi İslam'ın kanıtlarındandır.
35) Beyheki, Sünen-i Kübra 7. cilt, 123. bölüm, 139. hadis: "Kötü kadınlar çoğalır da fuhuş bir toplum içinde yayılırsa, halk daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara (Frengi, AIDS) maruz kalır. Ölçüde, tartıda hile yapılırsa geçim darlığı baş gösterir. "Frenginin ilk yazılı kaynaklarda geçtiği tarih 1494’tür. Aids’in ise ilk kez 20. yüzyılın başlarında Afrika’da ortaya çıktığı düşünülmektedir. Daha bunlar gibi pek çok hastalık mevcuttur.
36) Müslim 157: "...Ve Arap toprağı yemyeşil çayırlara ve ırmaklara dönecek.”
Arap yarımadasının yeşilleneceği günün “tekrar” (عود) olacağı ifade edilmiştir. Bu kelime, bir şeyin geri dönmesi veya eski haline gelmesi anlamına gelir. Burada, Arap toprağının yeşillenmesinin, onun eski haline geri dönmesi olduğu anlaşılmaktadır. Yani, Arap toprağı eskiden yeşilmiş ve sonra kurumuş, ancak kıyamete yakın tekrar yeşillenecek. Bu yüzden hadisin farklı çevirilerinde 'yeniden' ifadesi yer almaktadır. Günümüzde bu bilginin doğru olduğu bilim çevrelerince teyit edilmiştir, hatta bazı kaynaklara göre Arap yarımadasındaki bu yeşillenme durumu çoktan başlamıştır. Hayatları boyunca kuru ve sıcak olarak bildikleri yer için niçin böyle bir iddiada bulunsunlar?
37) Sunan Ebu Davud 3331: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, faiz yemeyen kimse kalmayacak. Faiz yemeyen de, onun tozundan nasibini alacak. "1400 sene öncesinde faiz ve tefecilik günümüzle kıyaslanamayacak kadar az iken, günümüze dair yapılan bu tahminin peygamberimizin Allah'ın elçisi olması dışında hiçbir mantıklı açıklaması bulunmamaktadır.
38) Tirmizi, Zühd, 24/2332: "Zaman öyle yaklaşır /peş peşe gelir / hızlanır ki, bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur." Günümüzde zamanın çok hızlı geçtiği zannediyorum herkesin (kişi reddetse dahi) bazen fark ettiği bir durumdur.
39) Ebu Davud Melahim 5/4297; Ahmed V, 278: "Kıyamet yaklaştığında, size karşı bir davetçi gelecek, sanki yemek yiyenler sofralarına başkalarını çağırıyorlar gibi, sizi davet edecek. Onlar, sizin sayınızdan korkmayacaklar. Allah onların kalbinden sizden korkmayı çıkaracak ve sizin kalbinize vehn atacak." "Vehn nedir?" diye soruldu. "Dünyayı fazla sevmek ve ölümü kötü görmektir." Bahsedilen davetçi, Müslümanlardan olmayan ve İslam düşmanı olan bir kişi veya güçtür. Bu davetçi, Müslümanların zenginliklerini ve topraklarını paylaşmak için diğer düşmanlarıyla işbirliği yapacak ve onları Müslümanlara karşı savaşa çağıracaktır. Bu davet, bir yemek sofrasına misafir davet etmek kadar kolay olacaktır. Yani, bu davetçi, Müslümanlara karşı çok güçlü ve cesur olacak, onlardan hiç korkmayacak ve onları yok etmek için her türlü imkana sahip olacaktır. Günümüzü anlatan bir hadis olmakla beraber gelecekte bu durumun daha da şiddetlendiğini görebiliriz.
40) Hâkim, Müstedrek, V, 504: "Öyle bir zaman gelecek ki okumaya meraklı kurrâ (hafız) çoğalacak; fakihler (fıkıh bilginleri) ise azalacak ve bu sûretle ilim çekilip alınacak. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanların okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek." Hafızlar çoğaldı ama Kuranın ne anlama geldiğini, mealini, tefsirini yeterli derecede bilmiyor; ilme yönelmiyorlar. Hadisin devamında geçen 'boğazlarından aşağı geçmeyecek' cümlesi okunan Kuran'ın ne kalbe işleyeceği ne de kişide bir harekete geçme ve anlatılanlara uyma durumunun olmayacağına işaret. Günümüzde bu durum böyledir.
Buraya yazmadığım daha bir çok kıyamet alameti araştırılabilir.
YORUMSAL KANITLAR
41) İslam'ın en net mucizelerinden biri o dönemki Arapları kısa bir zamanda ilim ve diğer yönlerden insanların en üstünü kılmasıdır. İskender ya da Napolyon zaten dönemlerinin en güçlü uluslarını yönettikleri için başarıları Müslümanların başarısıyla boy ölçüşemez bile. Peygamberimiz (sav) gelmeden önce hiçbir kitabın nakledilmediği, siyasi olarak hiçbir önemi olmayan o kabile toplumunun kısa zamanda tamamen kimlik değiştirip Bizans ve Persleri yok eder hale gelen, ahlaki yönden "Sizin hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla geldim." (Halid Bin Velid) denen bir topluma dönüşmesi, ilim alanına yönelmesi bile İslam'ın bir kanıtıdır.
42) Kimlik değişimine örnek: Sahabelerin hayatlarını incelediğinizde alışkanlıklarını, zevklerini İslam için değiştirdiklerini ve ahlak seviyesi çok yüsek olan bambaşka kişilere dönüştüklerini görürsünüz. Kimse (haşa) kendi uydurduğu kurallara bu kadar çok itaat edemez. Bu değişimin sebebi peygamberimizin (sav) mucizelerine, kendisine tanıklıklarından dolayı, Allah'ı hissetmelerinden dolayıdır.
43) Sahabelere yapılan onca işkence, cinayet, ev yakıp yıkma, dışlama, ticaret yapmama gibi zulümler varken, ve hatta gelecekteki savaşlarda baba oğluyla, kardeş kardeşiyle savaşlarda mücadele etmişken ve göç edeceği vakit sahabelerin ailelerini arkalarında bırakıp göç etmelerinin tek bir anlamı vardır ve o da peygamberimizin (sav) mucizelerine, kendisine tanıklıklarından dolayı, Allah'ı hissetmelerinden dolayı kalplerindeki imandır. Neden kilometrelerce çöl yürüyüp kendilerine sıfırdan bir hayat yapsınlar durduk yere? Yeniliğe o kadar kapalı bir toplumda bu durumlar bile bir kanıt niteliğindedir.
44) Cinler ve büyülerin varlığı da Allah’ın kanıtlarındandır. Bu konunun detayı ve içeriği çoktur, onlar bir yana; sağlıklı insanların yaşadığı paranormal olaylar, bulundukları durumlar, birden fazla sağlıklı insanın gözleriyle ortaklaşa gördükleri (yani bir hayal ürünü olamayacaklar), bu sıkıntılara karşı bilimin ve tıbbın çaresiz kalması fakat uzman hocaların sundukları çözümler ile bu insanların tekrar normal yaşamlarına dönmeleri gibi yaşanmışlıklar mevcuttur. Konunun detaylarına inildikçe daha çok kanıt bulmak mümkündür.
45) Arapça'da nefs ifadesi 2 şekilde kullanılır.
1. Zihinde gizlenilen şey
2. Yaratılan mahluklarda olan benlik
Kuran'da bu 2 anlamı da kullanılmıştır. Ali İmran 185'te 'Herkes ölümü tadacaktır' diye meal edilen ayetin orijinal metninde 'Her nefs ölümü tadacaktır.' yazmaktadır. Burada kullanılan nefs kelimesi, kelimenin 2. Anlamıdır. Bu ayetin inceliği ise şudur: Eğer bu ayette her hayat sahibi ölümü tadacaktır deseydi ki bu çok makul olurdu, Kuran'ı (haşa) bir insan yazsaydı muhtemelen ayeti böyle yazardı. Bu durum el Hayy (Hayat sahibi/kaynağı) sıfatına sahip Allah'ın da (haşa) bir gün öleceği anlamına gelirdi ki bu da o dini batıl yapardı. Böylesine bir incelik tesadüf eseri olamaz.
Peygamberimiz (sav) üç şey olabilir: Peygamber, sahtekar, deli. Deli olamaz zira bilimsel-gaybi mucizeler, Kuran'ın benzerinin getirilememesi, hadisler, İslami reform ve o dönemki müşriklerin dahi onun zeki olduğunu söylemesi delildir. Sahtekar olamaz çünkü:
46) bir sahtekar müşrikler ona eş ve inanılmaz boyutlarda para teklif ettiği zaman reddetmez, 'bir elime güneşi bir elime ayı verseler ben bu davamdan vazgeçmem' demez. Bu sözü söylediği dönemlerde çok büyük bir dışlanma yaşıyordu peygamberimiz (sav), hangi sahtekar bunu der?
47) Hangi sahtekar teheccüd namazı gibi meşakkatli, gece yarısı uyanıp kılınacak bir namazı ömrü boyunca kendisine farz kılacak bir ayet indirsin? Derdi dünya olmayan, kendi yalanına bu kadar bağlı kalıp neredeyse her gece bunu yerine getiren bir sahtekar mümkün müdür? Sabah namazından sonra da uzun uzun zikir yaptığını da aynı şekilde kendi yanında kalıp ona hizmet eden sahabeler aktarıyor. Her gece saatlerce ibadet ediyordu. Bir sahtekar kendini cennet ile müjdeledikten sonra niçin bu kadar uğraşsın?
48) Cahiliye döneminde içki ve fuhuşun konumu, Arap toplumunda çok yaygın ve normal olarak görülen bir olguydu. Cahiliye döneminde Araplar, hayattan maksimum düzeyde haz almayı öğütleyen bir hayat felsefesine sahiptiler. Bu felsefe, şiirlerinde de açıkça görülebilir. Muallaka şiirleri, Cahiliye dönemi yaşamı hakkında bilgi veren en önemli kaynaklardan biridir. Bu şiirlerde içki ve kadın, eğlencenin iki temel unsuru olarak öne çıkmaktadır. Şairler, içki ziyafetlerinden, sevgilileriyle yaşadıkları aşklardan, meyhanelerde geçirdikleri gecelerden bahsederler. Bazı şiirlerde, cariyelerin fuhşa zorlandığı ve bununla övünüldüğü de anlatılır. Kur'an ise, Cahiliye dönemindeki bu sapkın ve ahlaksız yaşam tarzını şiddetle eleştirir. Kur'an, kâfirlerin hayata eğlence gözüyle baktıklarını belirterek onların azami haz almaya dayalı hedonist hayat felsefelerini reddeder. Madem peygamberimiz (sav) (haşa) Kuran'ı kendisi yazdı, niçin destekçi toplamaya çalışırken kendi işini çok zorlaştıracak bu yasaları uydursun? Üstelik hangi sahtekar kendi dünya hayatını da kısıtlayacak bu yasakları kendine zorunlu kılar? Ayrıca bu durum düşünüldüğünde o toplumun kimlik değiştirmesi daha iyi anlaşılacaktır.
49) Peygamberimizin (sav) çok sevdiği amcası Hz. Hamza Uhud savaşında Vahşi adlı bir köle tarafından öldürülüp kalbi yerinden sökülmüştü. Mekke'nin fethinden sonra pişman olup Müslüman olan Vahşi'yi peygamberimiz intikam istemeyerek affetmiştir. Ona "Senin yüzünü görmekten hoşlanman, bana amcamı hatırlatıyorsun." demiştir. Bu yüzden Vahşi, namazlarını son safhalarda kılarak peygamberimize (sav) görünmezdi. Bu, bir sahtekarın yapmayacağı bir tutum ve davranıştır.
50) Peygamberimiz (sav), Mekke’de kendisine, inananlara işkence eden, hakaret eden, eziyet eden müşrikleri, Mekke’nin fethinden sonra affetti. Onlara hiçbir zarar vermedi, onlara iyilik etti ve İslam’a davet etti. Bu, bir sahtekarın yapmayacağı büyük bir merhamet ve adalet örneğidir.
51) İfk (gerdanlık) olayının yani peygamberimizin (sav) eşi Hz Aişe'ye iftira atılmasının ardından bu iftira bütün çevrelerce duyulmuş, yayılmış idi. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) çok üzülmüş, Hz Aişe ise üzüntüsünden hastalanmıştır. Bu olayın ardından vahiy yaklaşık 1 ay boyunca gelmemiştir. Eğer peygamberimiz (haşa) bir sahtekar olsaydı, 1 ay boyunca kendisini ve eşini öyle bir durumda bırakmaz, kendisi hemen vahiy yazardı. Zira eski toplumlarda böyle şeyler günümüze kıyasla çok daha büyük bir utanç sebebiydi, kimse kendini böyle bir durumda bırakmak ve toplum içine çıkmak istemezdi.
Samimiyet insanın hissedebildiği bir şeydir. Çevrenizde böyle bir insan olsaydı siz ona hala 'bu insan sahtekardır' diyebilir miydiniz?
Mevlana'nın bir sözü: "Nasibinde varsa, alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa, bütün cihan önüne serilse sana ters."
Ek Olarak Kuran'ın ne kadar da günümüz fiziğine yakın olduğuna dair: Enbiya 21/104: “O gün, kitap sayfalarını dürer gibi göğü düreriz. Onu ilk yarattığımız gibi yeniden yaratacağız. Bu Bizim katımızdan verilmiş bir sözdür. Kuşkusuz sözümüzü yerine getiririz.”